Ayrılıklar ve kavuşmalarla şehrin en duygusal mekânı: Trabzon Otobüs Terminali

Trabzon Otogarı.
Trabzon Otogarı.

Trabzon’da 1987 yılından beri kullanımda olan eski otogar binası, yıllar geçtikçe gelişerek büyüyen şehrin modern ihtiyaçlarına cevap verememeye başladı. Konumu itibariyle kent içi trafiği olumsuz etkileyen yapı, yıpranmış olmasının yanında insanlar üzerinde kaotik bir etki bırakıyordu. Şehirlerarası yolcu karşılamada Trabzon’u yansıtacak yeni bir yapıya gerek duyuluyordu. Bu bağlamda Değirmendere Maçka yolu üzerinde yeni bir otobüs terminali inşasına karar verildi. Yapılan ihale sonucunda Studio3 Mimarlık ofisinin tasarladığı terminal binasının projesine başlandı.

Trabzon Terminal Binası.
Trabzon Terminal Binası.

Yaklaşık 25 dekarlık alanda 5078 m²lik oturum alanına sahip yapı, zemin kat ile toplam 3 kata sahip. Zemin katta danışma, ATM, lavabolar, hediyelik eşya dükkanları, büfe ve kafeteryalar, bilet satış gişeleri, bagaj ve emanet odası, bekleme salonu gibi terminale yönelik birimler yer alıyor. Birinci katta,terminalin yönetim birimleri, abdesthane ve mescitler ile teknik birimler, terzi, berber, kuru temizleme gibi ticari birimler bulunuyor. Peronlara ulaşım aksı üzerinde oluşturulan galeri boşluğu, katları iki alana ayırıyor. Terminal yönetimi ve mescitin bulunduğu alana bir çekirdekten, diğer ticari birimlerin yer aldığı alana ise ayrı bir çekirdekten ulaşım sağlanıyor. Çekirdeklerin iki ayrı alana hizmet ettiği ikinci katta ise bazı şirketlerin ofis birimleri yer alıyor.

Zemin Kat Planı.
Zemin Kat Planı.
3 kat yüksekliğindeki bekleme salonu.
3 kat yüksekliğindeki bekleme salonu.

Yapı ile yol arasında yer alan peyzaj alanının genişliği yapıyı öne çıkarıyor. Terminal, çevresiyle kurduğu mütevazı ilişki ve ilgi çekici yapısal tasarımı ile meraklı insanları keşfetmeye davet ediyor.

Bina girişinden peronlara uzanan aks boyunca yapısal ve tasarımsal ögeler, insanları otobüs peronlarına doğru yönlendiriyor.

Terminal girişi ile peronlar arasında uzanan yönlendirici aks.
Terminal girişi ile peronlar arasında uzanan yönlendirici aks.

Yapının peronlar kısmında cephe boyunca uzanan yüksek tavanlı bekleme salonu, kullanıcılara sıcak ve konforlu bir dinlenme alanı sunuyor. Bekleme salonundaki bölgeler; taşıyıcı kolonlar, yeşil bitkiler, farklı renklerde kullanılan mobilyalar ve zemin kaplamasındaki değişimler ile tanımlanıyor.

Bekleme salonundaki bölge tanımlamaları.
Bekleme salonundaki bölge tanımlamaları.

Arazinin doğu sınırını çizen derenin ıslahı, projede önemli bir rol oynuyor. Değirmendere özelinde Devlet Su İşleri’nin (DSİ) yapmış olduğu çalışmalar sonucunda belirlenen kret kotu seviyesi, yapı tasarımını şekillendiriyor. Bu bağlamda planlanan kısmi bodrum katında, kret kotunun altında açıklık kalmayacak şekilde tasarlanan 450 kişilik bir sığınak yer alıyor.

Bekleme Salonu-Danışma-Terminal Girişi.
Bekleme Salonu-Danışma-Terminal Girişi.

Yapının geniş hacimlerinin ısıtılması için kaskad sistem tercih ediliyor. Birinci katta ısıtma-soğutma sistemleri, su deposu, havalandırma sistemleri için yaklaşık 230 m² büyüklüğünde bir alan sistem odası olarak hizmet veriyor.

Neredeyse her mevsim yağışlı Trabzon iklimi dikkate alındığında yapıdan suyun uzaklaştırılması en önemli konuların başında geliyor. Yağmur ve eriyen kar suları sifonik sistem ile tahliye ediliyor.

Yapının taşıyıcı sistemi üç aşamada kurgulanıyor. Katlarda betonarme kolon kiriş döşeme sistemi kullanılıyor. Çelik kolonlarla taşınan kabuk çatının üst kısmı, yağmur suyu tahliyesi, kar yükü gibi çevresel faktörler sebebiyle düz olarak tasarlanıyor. Peronlar tarafındaki yaklaşık 9 metre yüksekliğindeki cephe ise çelik taşıyıcılar ile taşınıyor.

Betonarme katlar ve kabuk çatının çelik taşıyıcı sistemi.
Betonarme katlar ve kabuk çatının çelik taşıyıcı sistemi.
Cephe taşıyıcısı ile çatı kolonu.
Cephe taşıyıcısı ile çatı kolonu.
Kabuk çatı kaplaması taşıyıcıları.
Kabuk çatı kaplaması taşıyıcıları.

Çatının dalgalı formu, taşıyıcı malzeme seçimini kısıtlıyor. Her yöne bükülebilen serbest formlu alüminyum kenet çatı sistemi ile kabuk formu oluşuyor. Kavisli alüminyum borular ve ekstrüde PI braketlerden oluşan sistem, tek katmanlı bir çatı kurulumuna imkân sağlıyor.

Kabuk çatı, dalgalı yapısından ötürü Karadeniz ile ilişkilendiriliyor. Üst örtüdeki dalgalı formun çatıyla adeta sörf ettiği yapıda, bölgenin yağışlı iklim koşullarına uyum sağlayan UltraPly TPO termoplastik çatımembranı tercih ediliyor. Bu malzeme esnek olmanın yanında dayanıklı, montajı kolay ve uzun ömürlüdür. Yüksek eğimli yüzeylerde kullanıma imkân sağlayarak suyun yapı içine girmesini engelliyor.

Çatının zeminle buluştuğu kısımda yer alan projeksiyon gösterisi sonrası yapı adeta reverans yaparak şehri selamlıyor.

Çatıdan Gösteri Perdesi.
Çatıdan Gösteri Perdesi.

Mimarı, Trabzon Otobüs Terminali’ni “Kendi içinde, o dere kenarında sessizce kaybolup giden, insanlara nahifliğiyle hizmet eden, aynı zamanda yormayan, küt ve kaba tasarımlardan uzak, formları yumuşatılmış bir kabuk projesi…” şeklinde tanımlıyor.

Üst Örtü Sistemi.
Üst Örtü Sistemi.
İki Farklı Çatı Sistemi.
İki Farklı Çatı Sistemi.
Cephe Kabuk Birleşim Detayı.
Cephe Kabuk Birleşim Detayı.
Kabuk-Zemin Birleşimi
Kabuk-Zemin Birleşimi
Kabuk Kiriş Yere Basma Detayı.
Kabuk Kiriş Yere Basma Detayı.
Studio3 Mimarlık Kurucu Ortakları: Samet Köroğlu, Fatih Han Soylu, Mehmet Bekar (Soldan Sağa Doğru).
Studio3 Mimarlık Kurucu Ortakları: Samet Köroğlu, Fatih Han Soylu, Mehmet Bekar (Soldan Sağa Doğru).

MÜLAKAT (06.11.2024, Trabzon)

MİMARININ DİLİNDEN ŞEHRİN EN MİSAFİRPERVER MEKÂNI:

TRABZON OTOGARI

Trabzon Otogarı’nda, şehrin en misafirperver bekleme salonundayız. Otogar binasının tasarımcısı Studio3 Mimarlık Ofisi’nin kurucu ortaklarından Mimar Samet Köroğlu Beyefendi ile birazdan yapacağımız mülakatı heyecanla bekliyoruz. Vaktin geldiğini görünce Beyefendi’nin ofisine doğru yola koyuluyoruz. Samet Köroğlu, bizi kendi ofislerinde konuk ediyor. Kendisiyle bir saate yakın gerçekleştirdiğimiz mülakatta; projeyi anlatırken süreci tekrar yaşadığını, yer yer heyecanlandığını, zorlanmalarına rağmen ne kadar keyif aldıklarını, hiçbir sorumuzu cevapsız bırakmadan, samimi ve mütevazı bir şekilde Samet Bey’den öğreniyoruz:

Öncelikle bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz, nasılsınız?

Alakanız ve ziyaretiniz için ben teşekkür ederim. Sizler nasılsınız?

Bizler de iyiyiz, sağ olun. Rica etsek kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?

Memnuniyetle… Ben Samet Köroğlu. Studio3 Mimarlık’ın kurucu ortaklarından biriyim. Bu ofisi üç arkadaş; Fatih Han Soylu, Mehmet Bekar ve ben birlikte kurduk. Kamu yapılarının tasarım ve uygulama projelerini yürütmenin yanı sıra, tasarladığımız projelerin sahadaki uygulamalarını da gerçekleştiren bir yapıya sahibiz. Ayrıca Glory Jeans, Puma gibi uluslararası markaların iç mimari uygulamalarını da üstleniyoruz. Mimari tasarım alanında ise özellikle kamu projelerine yoğunlaşmış durumdayız. Yaklaşık dokuz yıldır Studio3 Mimarlık adıyla faaliyet gösteriyoruz. Merkez ofisimiz İstanbul’da bulunuyor; bunun dışında Trabzon, Gürcistan ve Kuveyt’te de şubelerimiz var. Körfez ülkelerinden de pek çok projeye imza attık. Accor Grubu’na ait Novotel, Swissôtel gibi otel markalarının da önerilen firmalar listesinde yer alıyoruz. Örneğin, Suudi Arabistan’daki Mercure Oteli’nin tasarım ve uygulama projelerini biz gerçekleştirdik.

Mimarlık ya da yapı tasarlamanın sizin için ne ifade ettiğini çok merak ediyorum.

Proje yaklaşımımızda mekânsal bağlam ile kurulan ilişkiyi merkeze alıyor, tasarımı yalnızca estetik bir arayış değil, yerin ruhuna yanıt veren bir araştırma alanı olarak da değerlendiriyoruz. Böylece, tasarım sürecini yalnızca biçimsel olarak değil çevresel, sosyo-kültürel ve yapısal parametreler üzerinden de kurguluyoruz.

Mimari ve iç mimari ölçeklerde geliştirdiğimiz projelerde, farklı ölçeklerin dinamiklerini eş zamanlı okuyarak her bir yapının kendi bağlamı içerisinde özgün bir dil üretmesine odaklanıyoruz. Tasarımı evrensel bir şablon olarak değil, yere özgü veriler doğrultusunda evrilen ve yaşayan bir organizma olarak ele alıyoruz. Yapının yönlenmesinden aks sistemine, kullanıcı profillerinden iklimsel etkilere kadar çok katmanlı analizler doğrultusunda yapıyı kurguluyoruz.

Tasarım sürecimizin temelini, görsel estetikten bağımsız olmayan ancak onu aşan; işlevsel ihtiyaçlar, yapı fiziği, cephe kurgusu, konstrüksiyon sistemleri, kullanıcı konforu ve işlevsel sürdürülebilirlik gibi bileşenler oluşturur. Bu unsurları ardışık adımlar şeklinde değil, eşzamanlı ve bütüncül bir tasarım anlayışıyla ele alıyoruz.

Projeye başlarken yaptığımız literatür taramaları, kullanıcı analizleri ve alan çalışmaları, tasarımı sadece bir çözüm önerisi olarak değil aynı zamanda yerel mimarlık kültürüne katkı sağlayan bir değer olarak görmemizi mümkün kılıyor. Fikirden uygulamaya kadar tasarımın her safhasında sistematik ve kontrollü bir süreç yönetimi ile süreci, mimari üretime nitelikli ve kalıcı bir kültürel katkı olarak yansıtıyoruz.

Studio3 Mimarlık Ofisi’ni üç arkadaş birlikte kurduğunuzdan bahsetmiştiniz. Süreç tam olarak nasıl gelişti? Araştırdığım kadarıyla hepiniz İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunusunuz. Sanırım üniversiteden gelen bir arkadaşlığınız var.

Evet, Fatih Bey ve Mehmet Bey ile dostluğumuz İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarımıza dayanıyor. Aynı dönemde, farklı yarışmalara katılarak projeler üretmeye başladık. Örneğin, mezuniyet dönemimizde Mehmet Bey ile birlikte "Van İpekyolu Belediye Binası Tasarım Yarışması"na hazırlandık. Fatih Bey ise başka bir grupla benzer çalışmalar yürütüyordu. Zamanla “Neden birlikte bir mimarlık ofisi kurmayalım?” fikri gündeme geldi. Başlangıçta her birimizin devam eden akademik ve iş hayatı nedeniyle hemen hayata geçirilemeyen bir düşünceydi. Ben mezuniyetimin ardından "Oğuz Bayazıt Mimarlık Ofisi"nde çalışmaya başladım. Mehmet Bey de yüksek lisansına devam etti. Sonrasında, Politecnico di Milano’da yüksek lisans eğitimi alma şansı yakaladım. Orada, tez sürecindeyken arkadaşlarımla yeniden iletişime geçtik. Gelen bazı iş talepleriyle de bu fikri somutlaştırma zamanının geldiğini fark ettik. Böylece, ofisin temellerini atmış olduk. O günden bu yana hiçbir büyük olumsuzluk yaşamadan, her geçen gün kendimizi geliştirerek faaliyetlerimize devam ediyoruz. Kuruluş hikâyemiz, akademik altyapı ve dostluk temelleriyle güçlü bir yolculuğun başlangıcını anlatır.

Studio3 Mimarlık Ofisi Kurucu Ortakları.
Studio3 Mimarlık Ofisi Kurucu Ortakları.

Peki, arkadaşlarınızla ortak bir tasarım anlayışını paylaşıyorsunuz. Ofisinizin mimarlık anlayışını siz nasıl tanımlarsınız?

Üniversite eğitimimiz boyunca aynı stüdyolarda, aynı hocalardan ders aldık ve benzer bir tasarım kültürü içinde yetiştik. Bu durum, tasarım süreçlerimizde ortak bir dil geliştirmemizi oldukça kolaylaştırdı. Öğrencilik yıllarımızda başlayan bu birliktelik, mesleki pratiğimizde de devam etti. Ekibimizde herhangi biri bir fikir ortaya attığında, diğer iki kişinin de o fikri hızlıca anlayıp değerlendirebilmesi, zamanla oluşan güçlü bir tasarım birliğinin sonucudur. Hepimiz aynı mimari disipline, benzer yaklaşımlara ve estetik anlayışa sahibiz. Bu nedenle tasarımsal konularda ciddi görüş ayrılıkları yaşamıyoruz.

Evet... Bu ekiplerde önemli bir özellik gerçekten.

Kesinlikle... Elbette zaman zaman fikir ayrılıkları ve tartışmalar yaşanıyor. Ancak bu, mimarlık üretiminin doğasında olan ve süreci zenginleştiren sağlıklı bir durum. Farklı fikirlerin masaya yatırılması, nihayetinde daha iyi bir sonuca ulaşmamızı sağlıyor. Temel yaklaşımlarımız benzer olduğu için tartışmalar yapıcı bir biçimde ilerliyor ve ortak bir karara kolayca varabiliyoruz.

Web sitenizde; yapılarda aydınlatma, akustik, enerji etkin yapı tasarımı gibi fiziksel koşulları dikkate aldığınızı belirtmişsiniz. Bunu örneklerle biraz daha açıklayabilir misiniz? Projelerinizde bu konulara nasıl değindiniz?

Biz mimarlığı yalnızca estetik ve fonksiyonel bir üretim alanı olarak değil, teknik parametrelerin de entegre edildiği bir bütün olarak görüyoruz. Bu nedenle tasarımın yanı sıra, proje yönetimi, yapım sistemleri, malzeme bilgisi gibi alanlarla da aktif olarak ilgileniyoruz.

Kendi adıma konuşmam gerekirse, İTÜ’de akustik üzerine bir yüksek lisans sürecim oldu. Her ne kadar tamamlayamasam da bu alandaki akademik bilgi birikimim, projelere temel düzeyde akustik çözümler entegre etmemi sağlıyor. Örneğin; çınlama süreleri, ses yansımaları, yutucu ve yansıtıcı yüzeylerin kullanımı gibi konular, özellikle kamusal mekânların tasarımında önem verdiğimiz hususlardır. Mehmet Bey’in enerji verimliliği üzerine çalışmaları oldu. Fatih Bey de yine benzer konularda uzmanlık kazandı. Profesyonel anlamda bu alanlara odaklanan bir firma olmasak da edindiğimiz akademik donanım sayesinde, projelerimize bu konularda katkı sunabiliyoruz.

Ölçek olarak da öyle sanırım.

Elbette çok profesyonel düzeyde bir akustik tasarım yapmadık. Ancak temel düzeyde, projelerimizde kullanıcı konforunu artıracak akustik ve enerji etkin tasarım kriterlerini göz önünde bulunduruyoruz.

Sizin de bahsettiğiniz gibi Türkiye'de İstanbul merkez olmak üzere, Trabzon'da da bir ofisiniz var. Bunun dışında Gürcistan'da ve Kuveyt'te de birer ofisiniz bulunuyor. Türkiye'deki mimari disiplinle Gürcistan ve Kuveyt'teki disiplinleri ve size gelen istekleri karşılaştırdığınızda bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Aslında temel yaklaşımlar açısından çok büyük farklardan söz etmek zor. Globalleşen dünyanın bir sonucu olarak, mimarlık anlayışı da evrenselleşiyor. Eğitimimizi Türkiye’de ve İtalya’da almış olmamız, bu benzerlikleri daha net görmemizi sağladı. Öğrencilik dönemlerimizde farklı ülkelerden arkadaşlarımızla birlikte proje üretirken de benzer durumları gözlemledik. Rusya’dan Mısır’a, Fransa’dan İran’a kadar pek çok farklı ülkeden gelen mimarlık öğrencileriyle aynı dili konuşmak, bugünkü profesyonel yaşamımızda da bize kolaylık sağladı. Günümüzde herkes benzer kaynaklardan besleniyor. Bu durum mimari yaklaşımların ülkeler arasında çok farklılaşmasını engelliyor. Bu nedenle Türkiye’de karşılaştığımız taleplerle Gürcistan ya da Kuveyt’teki talepler arasında büyük yapısal farklar olmadığını söyleyebilirim. Sadece bölgesel olarak yaklaşılan dinamikler farklı olabiliyor.

Peki, Türkiye ölçeğine gelirsek İstanbul'la Trabzon'u karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz? Her ikisi de Türkiye coğrafyasında ama beklenti ve taleplere hizmet veriyorsunuz. Size gelen isteklerde. İkisi arasında farklılıklar var mı?

Elbette... İstanbul ve Trabzon, kendi içinde farklı topoğrafik, kültürel ve tarihsel katmanlara sahip kentler. Ancak mimari üretim pratiği açısından bakıldığında, aralarında keskin çizgilerle ayrılmış bir uçurumdan söz etmek yerinde olmaz. Yine de, İstanbul’un hem ekonomik ölçek hem de sektörel çeşitlilik açısından daha geniş bir hareket alanı sunduğu inkâr edilemez. Tasarımın uygulanabilirliği, malzeme çeşitliliği ve teknik iş gücüne erişim, bu durumu doğrudan etkiliyor.

Mimarlığı yalnızca ekonomik parametrelerle açıklamak mümkün olmasa da, bu koşulların tasarımın ortaya çıkış biçimini dönüştürdüğü açık. İstanbul’da, yatırımcı profili, bütçelendirme dinamikleri ve yapım süreçlerine dâhil olan disiplinler arası etkileşim, mimarın ifade alanını daha geniş kılabiliyor. Bu da deneysel yaklaşımlara, yeni teknolojilerin kullanımına ve detay çözümlemelerinde daha rafine sonuçlara ulaşma imkânı tanıyor. Trabzon ise daha sınırlı ekonomik olanaklara sahip olmasına rağmen bağlamsal verilerin belirleyiciliği açısından güçlü bir potansiyel sunuyor. Bu tür kentlerde mimari üretim, çoğu zaman kaynakla sınırlı bir optimizasyon süreci üzerinden ilerliyor. Dolayısıyla, tasarımın öncelediği konular, estetikten ziyade işlevsellik, maliyet-etkinlik ve yapım sürecinin yerel koşullara adaptasyonu çerçevesinde şekilleniyor.

Sonuç olarak, İstanbul’da tasarımın temsil ve ifade olanakları daha geniş bir spektrumda ilerlerken; Trabzon gibi şehirlerde, mimari üretim daha çok yerel bağlama, kullanıcı alışkanlıklarına ve yapım pratiğine duyarlı çözümler geliştirme yönünde derinleşiyor. Her iki durum da, farklı tasarım reflekslerini tetikleyen, mimarın üretim dilini zenginleştiren değerli deneyimler sunuyor.

Trabzon Otogarı proje süreci sizin için nasıl başladı, siz bu projeye dâhil olmaya nasıl karar verdiniz?

Proje sürecinin başlangıcında, yanlış hatırlamıyorsak, dokuz ya da on mimarlık ofisine davet gönderilmişti. Trabzonlu olmam ve bu şehirde büyümüş olmam, bizim bu projeyi yalnızca profesyonel bir iş olarak değil, kent belleğine katkı sunma fırsatı olarak görmemize vesile oldu. Bu bağlamda, böylesine kamusal ve simgesel bir yapıya mimari anlamda değer katma düşüncesi bizi oldukça heyecanlandırdı.

Ofis içinde yürüttüğümüz fikir tartışmalarında, “Bu projeye nasıl nitelikli bir katkı sunabiliriz?” sorusu etrafında yoğunlaştık. Davet sürecine gösterilen ilginin karşılıklı olduğunu hissettiğimiz noktada, süreci somutlaştırmak adına taslak bir proje önerisi geliştirmeye karar verdik. Yaklaşık iki buçuk üç aylık disiplinli ve çok yönlü bir çalışma sürecinin ardından hazırladığımız ön projeyi Trabzon Büyükşehir Belediyesi yetkililerine sunduk. Sunumun ardından başlayan değerlendirme süreci, belli bir süre sessizlik içinde devam etti. Ancak bu aralık, sürecin ciddiyetle ele alındığını ve çeşitli açılardan analiz edildiğini gösteriyordu. Nihayetinde, projemizin olumlu karşılandığına ve detaylı bir görüşme talep edildiğine dair geri dönüş aldık. Sonrasında yapılan görüşmeler doğrultusunda, tüm proje süreçlerini tamamlayarak nihai teslimi gerçekleştirdik.

Uygulama projesinin tesliminden sonra inşaat aşamasında yani uygulama sürecinde de siz orada mıydınız?

Sözleşmemiz gereği, uygulama aşamasında herhangi bir yükümlülüğümüz yoktu. Projeyi belediyeye teslim ettiğimizde, artık tüm haklar işverenin tasarrufuna geçiyordu. Ancak bu bizi rahat hissettirmedi. Ortaya koyduğumuz tasarımın sahada da doğru şekilde uygulanmasını çok önemsiyorduk. Bu nedenle zaman zaman, resmi bir görevlendirmemiz olmaksızın sahayı ziyaret ettik. Bu ziyaretlerde, özellikle seçilen malzemelerde renk tonları ile ilgili yönlendirmelerde bulunduk. Projeye sadık kalınarak estetik ve teknik bütünlüğün korunmasını hedefledik. Belediyenin yaklaşımı da destekleyiciydi. Herhangi bir dışlama ya da engelleme söz konusu olmadı. Karşılıklı iyi niyet ve iletişimle süreci beraberce yürüttük. Günün sonunda, projede yer alan tasarım ve uygulama detaylarının yaklaşık %90’ı başarıyla hayata geçirildi. Bu oran, bizim için oldukça sevindirici. Saha sürecine doğrudan dahil olmasak da projenin doğru tamamlanması için gönüllü bir şekilde katkı sunmaya devam ettik.

Değirmendere, Trabzon Otogarı ve Ulaşım Aksı İlişkisi.
Değirmendere, Trabzon Otogarı ve Ulaşım Aksı İlişkisi.

Tasarladığınız “dalgalı kabuk sistem”in, Karadeniz’in dalgalarından esinlenerek uygulandığı düşünülüyor. Sizin tasarım noktasındaki ilk yaklaşımlarınız nelerdi?

Kabuk sistemine ilişkin biçimsel yaklaşımımız, tasarım sürecinde doğrudan Karadeniz’in dalga hareketlerini referans alan simgesel bir temsile dayanmıyor. Mimarlık pratiğinde kimi zaman belirli işlevler, ikonografik biçimlerle örtüştürülerek doğrudan temsille tasarlanır. Örneğin bir kütüphanenin kitap formunda tasarlanması gibi... Bu yöntem geçerli ve tercih edilebilir bir tasarım stratejisi olmakla birlikte, biz mimari dili bu denli birebir sembolik okumalarla sınırlandırmaktan yana değiliz. Bu projedeki yaklaşımımız, yapının çevresiyle kurduğu mekânsal ilişkiler doğrultusunda akışkan ve geçirgen bir kütle tasarımı anlayışı üzerinden şekillendi. Kabuk formunun ardındaki temel motivasyonumuz, kullanıcıyı yormayan, yumuşak geçişlerle tanımlanmış, topografyayla uyum içinde olan bir üst örtü fikriydi. Formun estetik referansı, doğrudan deniz dalgalarından ziyade, dalga hareketlerindeki akışkanlık, süreklilik ve yüzeysel yumuşaklık etkisinden beslendi.

Yapının üzerinde adeta örtü gibi uzanan bu akıcı kabuk, sadece otogar işlevini değil; aynı zamanda ileride kültürel ya da sosyal kullanımlara da olanak tanıyabilecek esnek bir mekânsal kurguyu barındırıyor. Bu yönüyle Trabzon Otogarı, yalnızca bir ulaşım yapısı değil; bağlamıyla ilişki kuran, görsel anlamda iddialı fakat aşırı temsilci olmayan, simgesellikten ziyade mekânsal kaliteye odaklanan bir kamusal yapı olarak ele alındı.

Araştırmalarım sırasında otogarın ileride tren garı işlevini de yükleneceği noktasında çeşitli haberlerle karşılaştım. Tasarım aşamasında buna yönelik bir planlamanız oldu mu? Bu olasılık tasarımınızı nasıl etkiledi?

Projeye başlarken, yapı kompleksinin ileride bir ulaşım transfer merkezine dönüşme potansiyeli taşıdığı bilgisi bizlerle paylaşıldı. Bu doğrultuda tasarım stratejimizi yalnızca mevcut ihtiyaçlara göre değil, gelecekteki senaryoları da kapsayacak şekilde geliştirdik. Örneğin, otobüs peronlarının geniş tutulması, giriş ve çıkışların tamamen ayrıştırılması, yolcu sirkülasyonunun havalimanı benzeri bir düzende planlanması, bu yaklaşımın bir parçasıydı. Güvenlik kontrol noktaları, X-ray cihazlı giriş sistemi, gelen ve giden yolcular için farklı akışların kurgulanması gibi unsurlar, yapının bir tren garına veya çok katmanlı bir ulaşım merkezine dönüşmesini mümkün kılacak altyapıyı sağladı. Bu bağlamda, otogar binası yalnızca bugünün ihtiyaçlarına değil, kentin ulaşım vizyonuna da yanıt verecek şekilde kurgulandı.

Evet, önemli bir nokta. Yani yapı, durduğu yerde durmayacak ve gelişmeye, büyümeye devam edecek. Dalgalı kabuk sistem, Trabzon'un iklimini dikkate alırsak yağmur suyunun drenajı noktasında riskli bir tasarım tercihi değil miydi?

En çok zorlandığımız konulardan birisi oydu. “Bir daha bu deliliği yapar mısınız?” diye sorsalar, bunu tekrar düşünürüz. Bu proje kapsamında en yoğun teknik mesaiyi harcadığımız ve tasarım açısından en karmaşık olan bölüm, çatının kurgusuydu. Kabuk sistem, mimari açıdan akıcı ve etkileyici bir siluet sunarken, mühendislik anlamında ciddi bir yapısal ve mekanik çözümleme gerektirdi. Statik hesaplardan su tahliye sistemlerine kadar birçok disiplini eş zamanlı olarak ele almamız gerekti. Konsol mesafesi 7 metreye kadar ulaşan kabuk çıkmalarında, geleneksel tahliye çözümlerinin yetersiz kalabileceği öngörüsüyle sifonik sistemler tercih edildi. Bu sistem sayesinde, ani yağışlarda dahi yüzey suyu, hızlı ve güvenli biçimde yapıdan uzaklaştırıldı. Bugüne kadar yapıda herhangi bir sızdırma, deformasyon ya da tahliye problemi ile karşılaşılmadı. Biz bu projede yalnızca estetik bir kabuk formu üretmedik, aynı zamanda bu kabuğun altında, çalışan her teknik bileşeni -iklimsel verilerden yapısal güvenliğe kadar- çok yönlü bir biçimde ele aldık. Tasarım dili ile mühendislik çözümlemesi arasındaki bu bütüncül yaklaşım, yapının hem görsel etkisini hem de performans kapasitesini güçlendiren temel unsurlardan biri oldu.

Çevreyle ilişki kurmaktan bahsederken yere aidiyetten ve çevreden çizgi almaktan söz açmıştınız. Trabzon Otogarı'nda bu konuyu nasıl ele aldınız?

Trabzon Otogarı, yerleşim açısından yalnızca mevcut kentsel yapıya değil, aynı zamanda bölgenin gelecekteki dönüşüm potansiyeline de katkı sağlamak üzere tasarlandı. Değirmendere aksının ilerleyen yıllarda farklı bir kentsel kimlik kazanacağı göz önünde bulundurularak tasarlandı. Yapıyı bu yeni senaryoda yalnızca kendi başına var olacak şekilde değil, çevresiyle güçlü bir etkileşim içerisinde, yerel dönüşümü destekler nitelikte konumlandırmayı amaçladık.

Bu doğrultuda, yapının ön kısmında geniş bir peyzaj alanı bırakarak çevresindeki kentsel doku ile organik bir ilişki kurulmasını sağladık. Yapının arka kısmındaki peron bölümü ise ileride demiryolu entegrasyonu ile şehrin ulaşım sistemine hizmet edebilecek şekilde esnek bir şekilde kurgulandı. Bu yaklaşım, yapının gelecekteki olası değişimlere uyum sağlayabilme yeteneğini pekiştiriyor.

Bina, planlı bir şekilde yol aksına dik bir açıyla araziye yerleştirildi. Yapının siluetiyle çevreden geçenlerin dikkatini çekmesi ve merak uyandırması amacıyla bu şekilde konumlandırıldı. Yapıyla ilk karşılaşma, ön kısımdaki geniş meydan ve projeksiyon gösteri alanı önünden sağlanıyor. Bu sayede, bina sadece bir ulaşım yapısı olarak değil, aynı zamanda kentli için deneyimlenebilir bir mekân olarak konumlanıyor. Böylece kullanıcılar için estetik ve fonksiyonel etkileşim alanları bir arada sunulmuş oluyor.

Oradan geçerken binayı görüp merak ederek gidip gezeyim, diyenlere de denk geldim.

Demek ki doğru bir yaklaşım sergilemişiz, merak uyandırmışız. Bunun sonucunda projeyi insanlara seyrettirme ve deneyimleme imkânı sunması açısından da binanın konumu, yerleşimi önemli. Proje, ön kısımdaki peyzaj alanı ile kendini o bölgeye ait hissettiriyor. Yadırgamıyoruz. Çünkü o bina bu şekilde değil de mevcut konumundan 35-40 derece daha dönük, yola paralel bir şekilde de yerleştirilebilirdi ya da yolun öte tarafında da olabilirdi. Ama biz insanların önce merak ederek meydan ve peyzajı deneyimlemelerini ve hissetmelerini istedik. İçeriye girdiklerinde konforlu bir hizmet alıp oradan mutlu ve hoşnut bir şekilde dönmelerini amaçladık. Aslında o bölgeye ait olmasının hikâyesi de bundandır.

Planlama ve inşa sürecinde kabuk çatı sistemin çözümleme zorluklarından bahsettiniz. Uygulama sırasında karşınıza başka ne gibi zorluklar çıktı?

Çatı sistemi dışında yapı genel olarak teknik anlamda karmaşık olmayan bir kurguya sahip. Ancak çatı formu, özellikle üretim ve uygulama aşamalarında ciddi zorluklara yol açtı. Bu zorlukların temelinde, çatının üç boyutta da (X, Y, Z) eğrisel biçimde çalışan dalga formuna sahip olması yatıyordu. Bu geometri, kullanılan kaplama malzemelerinin hem çift eğrilikli hem de üç eksende bükülebilir nitelikte olmasını zorunlu kıldı. Türkiye’de bu özelliklere sahip malzemelerin üretim ve tedarik olanakları sınırlıydı. Bu nedenle bazı özel çelik profil ve sistem bileşenlerinin yurt dışından temin edilmesi gerekti. İlk etapta çatı kaplaması için üçgen formlu kenet sistemler düşünüldü. Bu sistemin Batum’daki Carrefour binası gibi benzer uygulamaları incelendi. Aynı sistemin bazı kubbe formlarında da başarılı şekilde kullanıldığı biliniyordu. Ancak yapılan teknik değerlendirmeler sonucunda bu yöntemin 65–70 derece üzerindeki eğimlerde su geçirimsizlik açısından verimli çalıştığı, daha düşük eğimlerde ise sızdırmazlık sorunlarına yol açabileceği ortaya çıktı. Bu durum, bizi alternatif çözümler aramaya yöneltti. Bu süreçte Zaha Hadid’in projeleri detaylı şekilde incelendi. Çözüm arayışında keşif yaparken Bakü’de hemen Haydar Aliyev Kültür Merkezi’nin yanında bulunan Bakü Kongre Merkezi’nde otogara uygulamayı planladığımız çatı yüzeyine benzer iç bükey yüzeyler kullanıldığını gördük. Detaylı bir araştırma yaptığımızda kullanılan malzemenin Alman BEMO firmasının kullandığı trapez sistemler olduğunu öğrendik. BEMO, hem estetik hem de teknik açıdan uygun bir çözüm sunduğu için projemizde de değerlendirildi. Bu sistemin üzerine “halter” adı verilen taşıyıcı elemanlarla sabitlenen üçgen formlu alüminyum kompozit paneller yerleştiriliyor. Böylece çok katmanlı bir çatı yüzeyi elde ediliyordu. Orijinal tasarımımızda bu sistemin uygulanması, hem görsel hem de işlevsel olarak hedeflenen kaliteyi sağlayacaktı. Hatta çatının bu ikinci katmanına entegre edilen aydınlatmalarla etkileşimli bir yüzey oluşturulması da planlanmıştı. Ancak maliyet ve yapım süresine ilişkin sınırlamalar nedeniyle bu fikirden vazgeçilerek sistem sadeleştirildi. Tasarım ve sistem arayış süreci kadar uygulama süreci de teknik anlamda zorluydu. Özellikle çatı formunun dalgalanarak yükselmeye başladığı geçiş bölgelerinde, çelik taşıyıcı sistemin çözümü hem mühendislik hem de üretim açısından büyük dikkat gerektirdi. Sadece dış yüzeyin formu değil, çatının altında yer alan strüktürel sistemin de bu karmaşık geometriye uyum sağlayacak şekilde tasarlanması gerekiyordu. Ayrıca, çatının su yalıtımı ve drenaj sistemine entegrasyonu da özel bir mühendislik çalışması gerektirdi. Sifonik yağmur suyu tahliye sisteminin çatı derelerine doğru eğimlerle yerleştirilmesi, bu sistemin çatının eğrisel yüzeyiyle koordineli çalışabilmesi ve kaplama sistemiyle bütünleşik bir yapıya kavuşturulması da önemli bir başka teknik zorluktu. Özetle, çatının yalnızca strüktürel değil, aynı zamanda malzeme ve sistem anlamında da özgün bir çözüm gerektirmesi, bu projeyi bizim için öğretici ve bir o kadar da zorlu kıldı. Her aşaması ayrı bir teknik mücadele gerektiren bu süreç, bizim için mimari hayal gücüyle mühendisliğin buluştuğu çok katmanlı bir deneyim oldu.

Bakü Kongre Merkezi.
Bakü Kongre Merkezi.

Benim soracağım sorular şimdilik bu kadardı. Sizin eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Aslında sürece dair söylemek istediklerimi büyük ölçüde aktardığımı düşünüyorum. Trabzon Otogarı, bizim için mimari kariyerimizin erken döneminde çok kıymetli ve öğretici bir deneyimdi. Genç yaşta böylesine kapsamlı bir projeyi üstlenmek, sadece mesleki anlamda değil, kişisel gelişimimiz açısından da çok büyük bir fırsattı. Tasarım sürecinden uygulamaya kadar geçen her aşama, bizim için oldukça öğreticiydi. Açıkçası bu süreci büyük bir heyecan ve keyifle yaşadık. Bir yapıyı yalnızca tasarlamak değil, o tasarımı uygulama projesi olarak detaylandırmak ve hayata geçirebilmek, mimarlık pratiğinde en zorlayıcı ama en tatmin edici süreçlerden biri. Çoğu zaman fikirler konsept aşamasında kalabiliyor. Ancak biz, bu projede sadece tasarlamakla yetinmeyip, o tasarımı sahada uygulanabilir bir projeye dönüştürebilme cesaretini de gösterdik. Bu da bizim açımızdan önemli bir başarı göstergesi. Elbette herkesin değerlendirmesi farklı olabilir; eksikler, eleştiriler mutlaka olacaktır. Ancak biz kendimizi mükemmeliyetçi bir perspektifle değil, gelişime açık bir yaklaşımla değerlendiriyoruz. Henüz yolun çok başında olduğumuzun farkındayız. Her projede yeni şeyler öğrenmeye, farklı deneyimler kazanmaya devam edeceğiz. Bu projede de eleştiriler bizim için birer rehber niteliğinde. Geriye dönüp baktığımızda, bu yapının hem işveren nezdinde hem de çevrede olumlu bir izlenim bıraktığını gözlemliyoruz. Bu da elbette bizi mutlu ediyor. Pandemi sürecine denk gelmesi sebebiyle bu projeye tam anlamıyla odaklanabildik. Tasarım sürecinde sadece mimari değil, yapısal sistemler ve mekanik altyapı gibi pek çok disiplini de birlikte düşündük. Örneğin; mekanik boru güzergâhlarının nasıl çözüleceği, bu çözümün yapının kütlesel bütünlüğüne ve taşıyıcı sistemine etkisi gibi detaylarla birebir ilgilendik. Bu, mimarlığın sadece görselle sınırlı bir üretim olmadığını; teknik, yapısal ve işlevsel boyutlarının da en az estetik kadar önemli olduğunu bize bir kez daha gösterdi. Sonuç olarak Trabzon Otogarı, bizim için yalnızca mimari bir ürün değil yoğun emek, sabır ve kolektif çaba sonucunda ortaya çıkan çok katmanlı bir deneyimin somutlaşmış halini yansıtıyor.

Tavandaki mekanik sistemi kapatmak için paneller kullanmışsınız gördüğüm kadarıyla.

Evet, doğru gözlemlemişsiniz. Projede karşılaştığımız önemli zorluklardan biri de çatının üzerinde hiçbir mekanik elemanın görünür olmaması yönündeki tasarım kararımızdı. Tasarımımızda çatının mimari ifadesini bozan hiçbir unsur bulunmamalıydı. Bu nedenle, genellikle çatı üzerine konumlandırılan chiller sistemleri ya da benzeri mekanik donanımların tamamını, ikinci katta oluşturduğumuz özel bir mekanik hacim içerisine aldık. Bu hacimden, yapının dışına doğru ilerleyen şaftlarla sistemin dışarıyla olan bağlantısını sağladık. Böylece çatı formunun bütünlüğü ve estetik devamlılığı tamamen korunmuş oldu. Söz konusu mekanik odanın ofis birimlerine yakın konumlandırılması ise başka bir teknik hassasiyeti beraberinde getirdi: ses ve titreşim izolasyonu. Bu odanın duvarları, özel hesaplamalar doğrultusunda, ortası hava boşluklu çift katmanlı alçıpan sistemle oluşturuldu. Böylelikle iç mekân konforu hiçbir şekilde olumsuz etkilenmeden, tüm teknik donanım etkili biçimde gizlenmiş oldu. Bugün binayı ziyaret ettiğinizde, içeride neredeyse mutlak bir sessizlik deneyimlersiniz. Bu da tasarım sürecinde gösterdiğimiz detaylı düşüncenin bir sonucu. Aslında projede bu gibi pek çok detay tek tek ele alınarak çözümlendi. Bahsettiğim gibi, bu süreç sekiz ay boyunca aktif bir şekilde sürdü ve neredeyse her gün yeni bir tasarım veya uygulama sorunu ile karşılaştık. Hepsinden ayrı ayrı söz etmek uzun zaman alır. Ancak özetle; bizim için hem zorlu hem de oldukça keyifli bir süreçti. Ortaya çıkan sonucun çevresel bağlamda da olumlu bir etki oluşturduğuna inanıyoruz. Mimarlık, aslında toplum üzerinde doğrudan etkisi olan bir meslek. Tasarladığınız bir yapı, uzun yıllar boyunca her gün binlerce insanın gözünün önünden geçiyor. Bu nedenle mimari tasarım, yalnızca işlevsel bir çözüm üretmekle ilgili değil aynı zamanda çevresine estetik ve duygusal bir katkı sunmak zorundadır. Bir mimar olarak ya kentsel mutsuzluk üretirsiniz ya da insanlara huzur veren mekânlar armağan edersiniz. Biz bu projede, mümkün olduğunca huzur veren, görsel anlamda tatmin edici bir yapı üretmeye çalıştık. Umuyorum ki insanlar bu yapıdan geçerken kendilerini iyi hissediyordur. Sözlerimi bu temenniyle tamamlayabilirim. İlginiz ve sorularınız için çok teşekkür ederim.

Birinci Kat Planı.
Birinci Kat Planı.

Benim için çok kıymetli bir deneyim oldu. Vakit ayırdığınız için asıl ben teşekkür ederim. İyi çalışmalar diliyorum sizlere.

Sağ olun...

İkinci Kat Planı.
İkinci Kat Planı.
Trabzon Otobüs Terminali.
Trabzon Otobüs Terminali.
Proje

Trabzon Otobüs Terminali

Proje yeri

Trabzon

Proje tipi

Kamusal Yapı

Proje ofisi

Studio3 Mimarlık

Yılı2023
KAYNAK / REDAKSİYON: ALİ KEMAL MUTLU TRABZON BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ARŞİVLERİ STUDİO3 MİMARLIK ARŞİVLERİ HÜMEYRA ŞAHİNOĞLU FOTOĞRAF ARŞİVLERİ HTTPS://WWW.TAKAGAZETE.COM.TR/TRABZON-TERMİNALİNİN-OYKUSU HTTPS://WWW.AA.COM.TR/TR/GUNDEM/TRABZONDA-36-YİL-FAALİYET-GOSTEREN-ESKİ-OTOGARDA-YİKİM-İSLEMLERİ-SURUYOR/3050518 HTTPS://ARCHELLO.COM/PROJECT/TRABZON-BUS-TERMİNAL HTTPS://WWW.ARKİTERA.COM/PROJE/TRABZON-OTOBUS-TERMİNALİ/ HTTPS://WWW.CAYKARAGAZETESİ.COM/BUYUKSEHİR-BELEDİYESİ/TRABZONUN-YENİ-OTOGARİ-PROJESİ-İHALEYE-CİKİYOR-53311/ HTTPS://WWW.CAYKARAGAZETESİ.COM/BUYUKSEHİR-BELEDİYESİ/TRABZON-YAKİN-TARİHTE-YENİ-OTOGARİNA-KAVUSUYOR-63134/ HTTPS://BEMO.COM/EN/NEWS/BEMO-MONRO-STANDİNG-SEAM-ROOF-BUS-TERMİNAL-TURKEY#:~:TEXT=THE%20BUS%20STATİON%20COMBİNES%2028,THE%20GROUND%20AT%20TWO%20POİNTS. HTTPS://FENMUHENDİSLİK.COM/TRABZON_SEHİRLERARASİ_OTOBUS_TERMİNALİ_PROJE_DETAY_11 HTTPS://WWW.HOLCİMELEVATE.COM/DACH-EN/REFERENCES/TRABZON-BUS-TERMİNAL HTTPS://FTNNEWS.COM/TRAVEL-NEWS/NEWS-FROM-TURKEY/TRABZON-TO-WELCOME-A-STATE-OF-THE-ART-BUS-TERMİNAL-TO-BOOST-TOURİSM-AND-TRADE/ HTTPS://WWW.STUDİO3MİMARLİK.COM/EN/TRABZON-BUS-TERMİNAL/ HTTPS://WWW.RESMİGAZETE.GOV.TR/ESKİLER/2019/05/20190503-1.HTM HTTPS://ANALİZGROUP.COM.TR/TR/SSS/KASKAD-KAZAN-SİSTEMİ-NEDİR/